Bizi Takip Edin

Makaleler

Sürdürülebilirlik Kavramı, Çevresel Etki Değerlendirme ve Stratejik Yaklaşım

04.10.2019

Dr. Aysun AKGÜN

Çevre Mühendisi, Halk Sağlığı Uzmanı (MSc),

İş Hijyenisti (İş Sağlığı PhD)

Prof. Dr. Emine Didem EVCİ KİRAZ

Adnan Menderes Üniversitesi Çevre Sağlığı ABD Başkanı, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD Öğretim Üyesi

Sağlıklı Kentler Birliği Danışma Kurulu Üyesi

 

Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez 1987 tarihinde Dünya Çevre kalkınma Komisyonunca hazırlanan, Brundtland Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” adlı rapor ile tanınmıştır. Sürdürülebilirlik, Bruntland tarafından gelecek nesillerin gereksinimlerini tehlikeye atmadan bugünkü nesillerin gereksinimlerinin karşılanması temel ilkesine dayandırılmıştır. Bu tanıma göre, sürdürülebilirlikte, doğa, üretim faaliyetlerinin başat sınırlayıcısı sayılmaktadır. Sürdürülebilirlik, çeşitli kaynaklarda, “toplumun, ekosistemin ya da devam eden herhangi bir sistemin ana kaynakları tüketmeden belirsiz bir geleceğe dek işlevini sürdürmesi”, “ekolojinin en geniş sınırları içinde ekonomik büyümenin ve kalkınmanın karşılıklı etkileşim ile sağlanacağı ve zaman içinde korunacağı doktrini” olarak da tanımlanmaktadır. Sürdürülebilirlik kavramının son dekatta bu denli tartışılır olmasının en önemli nedeni de, küresel ısınma ve neden olduğu çevre felaketlerindeki şiddet ve sıklık artışından da fark edildiği gibi, üretim söz konusu olduğunda “doğa” sınırının çok ötesine geçilmiş olmasıdır.

Sürdürülebilirlik kavramı, etik, adalet ve eşitlik gibi temel bazı sosyal değerleri içinde barındırsa da, gerçekte insan – toplum – doğa ilişkisindeki gerilimlerin de en zayıf noktasını oluşturmaktadır. Küreselleşen dünya, hızlı iletişim, üretimdeki sınırsızlıklar ve tüketimdeki kontrolsüzlük birleştiğinde, sürekli kalkınma için sürdürülebilir çevre göz ardı edilmekte ve sınırlı doğal kaynaklar da hızla tüketilmektedir.

Sürdürülebilirlik tanımlarında sürdürülebilirliği oluşturan üç bileşen öne çıkmaktadır: Ekonomi, çevre ve toplum. Sürdürülebilirlik ile ilgili çalışmalarda sürdürülebilirliğin farklı boyutları ile ilgili literatürde örnekler verilmekte ve bu konu üzerine tartışmaların sürdüğü, kavramsal çerçevenin günden güne genişlediği ve geliştiği görülmektedir. Son yıllarda literatürde insan sermayesinden ve sürdürülebilirliğinden de bahsedilmektedir.  Örneğin Goodland’ a göre; sürdürülebilirliğin insan (human), sosyal (social), ekonomik (economic) ve çevresel (environmental) boyutları vardır.

İnsan sürdürülebilirliği, sağlık, eğitim, beceri, bilgi, liderlik ve hizmetlere erişim gibi göstergeler ile ölçülmektedir. Bireylerin eğitimine, sağlıklarına ve beslenmesine yapılan yatırımlar ekonomik gelişmenin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Anne sağlığı ve beslenmesini teşvik etmek, güvenli doğum ve bebek ve erken çocukluk bakımı, insan (yaşamının) sürdürülebilirliğini başlatır. İnsan sürdürülebilirliği, her bireyin içerdiği potansiyelin ortaya çıkarmak için yatırım gerektirir. Yetişkin eğitimi ve beceri kazanımı, koruyucu ve iyileştirici sağlık bakımı gibi hizmetler, insan sürdürülebilirliğinin yaşam boyunca etkin kılınabilmesi için önemlidir ve kimi zaman örgün eğitim maliyetlerine eşit veya fazla bir yatırım da gerektirebilir. Tüm açılardan insan sürdürülebilirliği, sosyal sürdürülebilirlik ile de organik ve sağlam bağlar içermektedir.

Sosyal sürdürülebilirlik, sosyal sermayenin korunması anlamına gelir. Sosyal sermaye, toplumun düzeni, dirliği ve sürdürülebilirliği için, sosyal kurumlar tarafından organize edilen temel yatırımlar ve hizmetlerdir. Toplumun birlikte düşünmesi ve hareket etmesini, toplumsal işbirliğini kolaylaştırır. Sosyal sürdürülebilirlik ancak hükümetler de dahil olmak üzere sistematik toplum katılımı ve güçlü sivil toplum yapılanması ile sağlanabilir. Toplumun uyum için de gelişimi ve bu alandaki sürdürülebilirlik, toplumdaki bireyler ve gruplar arasında bağlantı, karşılıklılık, hoşgörü, dürüstlük, disiplin ve etik standartları, paylaşılan değerler gibi ilkeler ile olanaklıdır. Tüm bu değerler çerçevesinde biraraya gelmiş toplumsal yapı sosyal sermayeyi oluşturur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ne yazık ki sosyal sermaye yetersizdir. Bu tür toplumlarda yüksek düzeyde şiddet ve güvensizlik ortamı oluşmaktadır. Şiddet, bazı toplumlarda sosyal sermayeye yapılan yetersiz yatırım nedeniyle ortaya çıkan büyük bir sosyal maliyettir. Şiddet ve sosyal bozulma, sürdürülebilirliğin en ciddi kısıtı olabilmektedir. Sosyal sermaye, ortak değerler, eşitlik, hoşgörü ortamının oluşması, eğitim, çocuk ve yaşlı bakımı gibi sosyal hizmetler ile güçlenir; sosyal ve kültürel etkileşimlerle bakım ve desteklemeyi gerektirir.

Yaygın olarak kabul edilen ekonomik sürdürülebilirlik tanımı, sermayenin korunması veya sermayenin bozulmamasıdır. Sürdürülebilirliğin ekonomik boyutu, daha çok kıt olan kaynakların kullanımı ile ilgilidir. Ekonomik anlamda sürdürülebilirlik, ürün ve hizmetleri kesintisiz üretebilen, tarımsal ve endüstriyel üretimi destekleyen ve ekonomi dengelerini bu anlamda gözeten, iç ve dış borçların yönetilebilir düzeyde kalmasını ve sürdürülebilirliğini sağlayan bir sistem ile sağlanabilir. Tarihsel olarak, ekonomi nadiren doğal sermaye (örneğin, sağlam ormanlar, sağlıklı hava) ile ilgilenmektedir. Ekonomi, maddeleri – malzemeleri, sanayi faaliyetleri açısından meta ve finansal açıdan kazanç kaynağı olarak değerlendirmektedir. 1990 yılında yayımlanan “Ekonomik Sürdürülebilirlik ve Çevresel Varlıkların Korunması” adlı çalışmasında Foy, çevresel varlıkların, doğal ve yapay sermayenin değerinin sadece bir parçası olarak tanımlanacağı ve bunların korunmasının da, finansal analizin genel unsurlarından biri haline geleceğini belirtmektedir ki günümüzde bu öngörü gerçekleşmiştir.  Çevresel sürdürülebilirliğin ölçüm araçlarından biri olan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) uygulamaları, ülkemizde de uzun zamandır, sanayi yatırımlarının maliyet kalemlerinden bir haline gelmiştir.

Çevresel sürdürülebilirlik, insanların gereksinimlerine istinaden ve sosyal kaygılar nedeniyle ortaya çıktığı halde, kendisi doğal kaynakları koruyarak insan refahını iyileştirmeyi amaçlamaktadır. Ekonomik sermaye ile çevresel sermaye finansal analizde gelir – gider açısından tersine bir ilişki içinde gibi görünse de, doğal kaynaklar, su, toprak, hava, mineral ve ekosistemdeki etkileşimler ekonomik yatırımlara kaynak sağlaması bakımından iki sürdürülebilirlik boyutunu doğrudan ve sıkı bağlar ile birbirine bağlar. Bu bağlamda, ilişkinin özü şudur: “Çevresel sürdürülebilirlik açısından doğanın insan faaliyetlerine verdiği olumlu katkı, özümleme kapasitesi kadar olacaktır”. Yani, insanlık, biyofiziksel çevrenin sınırlamaları içinde yaşamayı öğrenmek durumundadır. Doğal kaynaklar, üretim için hem girdilerin (kaynakların) sağlayıcısı hem de atıkları için geri dönüş ortamı olarak korunmak zorundadır. Teknoloji, çevresel sürdürülebilirliği hem destekleyebilir hem de doğal alıcı ortam olarak düşünüldüğünde, teknoloji üretiminin karmaşık atıkları nedeni ile ona zarar da verebilir.  Sürdürülebilir kalkınma modellerinin en hassas noktası da budur.

Sürdürülebilirlik, yaşam kalitesinde olumsuz yönde herhangi bir azalmayı öngörmez; asıl amacı insan refahının artırılmasıdır. Ancak, düşünce tarzından eylem biçimine kadar tüm bireylerin özel ve toplumsal yaşamlarında yeniden yapılanmayı gerektiren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın özünde tüketim toplumunun dayatmalarından uzaklaşmak, insandan (human capital) başlayarak ekonomik, sosyal ve çevresel konularda bütüncül, küresel çapta ve evrensel değerler çerçevesinde uzlaşmacı, dayanışmacı ve yenilikçi çözümler için işbirliği ve dayanışma vardır. Sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlar birbirinden ayrılamaz noktaya gelmektedir. Geçmişte yapılan çalışmalarda, her bir başlıktaki sorunların ayrı ayrı ele alındığı görülse de, yakın zamanda, bu üç boyutun herbirinin birbiri ile etkileşim halinde olduğu kabul görmüştür.

Sürdürülebilir kalkınma, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (1987) “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporda “bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların da kendi gereksinimlerini karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılayan kalkınma” biçiminde tanımlanmıştır ve günümüzde en yaygın kabul gören geniş tanımı da budur. Sürdürülebilir kalkınma dendiğinde akla ilk gelen, sanayi yatırımlarının ekonomik boyutudur ancak sürdürülebilir olması için her girişimin, sürdürülebilirliğin tüm boyutları ile barışık, hepsini gözeten ve toplumsal fayda sağlayan yanları olması gerekmektedir. Sürdürülebilir (ekonomik) kalkınma bu bakış açısı ile ele alındığında, bir faaliyetin ekoloji ve toplum sağlığını etkileyen yönlerini değerlendirmek gerektiği gibi, yerel değerler, yöresel öğeler ile uyum, bölgenin sosyodemografik yapısı, bölgenin mevcut sorunları, bölge halkının beklentileri gibi tüm sosyal ve kültürel değerler de göz önünde bulundurulmalıdır. Herhangi bir bölgenin mevcut durum değerlendirmesi ya da bir yatırıma ev sahipliği yapması planlanıyorsa yatırımla birlikte kümülatif etkisi göz önünde bulundurulmalıdır.

Sürdürülebilir kalkınma için yapılan tanımlamalar kavramın ilk tartışılmaya başlandığı yıllarda muğlaklık taşısa da, boyutları üzerinden yürütülen tartışmalarda evrensel olarak kabul gören bazı temel göstergeler üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. Örneğin Ekolojik Ayakizi (Ecological Footprint) hesaplamaları, Çevresel Sürdürülebilirlik Indeksi (Environmental Sustainaibility Index – ESI), Çevresel Performans Indeksi (Environmental Performanca Index – EPI) çevresel sürdürülebilirlikte genel kabul görmüş göstergeler haline gelmişken, Düzeltilmiş Net Tasarruf ve Gerçek İlerleme Göstergesi (Adjusted Net Saving and the Genuine Progress Indicator  – GPI) sürdürülebilir kalkınmanın gelişmiş bir ölçüm aracı haline gelmiştir. Tüm bu göstergelerden elde edilen değerlendirmeler, özellikle gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedefleri için yol göstericidir.

Sürdürülebilir kalkınmanın temel göstergeleri, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’nun 2007 tarihli raporundan alıntılanarak aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:

Tablo 1 . Sürdürülebilir kalkınmanın boyutları ve göstergeleri

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KONUSU SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ALT KONUSU
1.     Yoksulluk Gelir azlığı, sanitasyon, sağlıklı su kaynaklarına erişim, enerji kaynağı kullanabilme…
2.     Yönetim Suç oranları, kamu hizmetlerinden eşit yararlanabilme…
3.     Sağlık Beş yaş altı çocuk ölüm hızı, Doğumda beklenen yaşam süresi, Doğumda beklenen sağlıklı yaşam süresi, Temel sağlık hizmetlerine erişim oranı, Aşılama, Doğum kontrolü, Çocuklarda Beslenme, Tüberküloz, sıtma, HIV / AIDS gibi başlıca hastalıklara bağlı ölümler, Tütün ve tütün ürünleri kullanımı, öz kıyım…
4.     Eğitim Okuryazarlık oranı, yaşam boyu öğrenme (fırsatlar), temel eğitimden mezuniyet oranı…
5.     Demografi Nüfus artış hızı, toplam doğum hızı, yaşlı nüfus, gelen turist sayısı (turistik bölgelerde)…
6.     Doğal afetler Doğal afet riski taşıyan alanlarda yaşayan nüfus oranı, doğal afetlerde yaşanan can ve mal kayıpları ile ilgili istatistikler…
7.     Atmosfer CO2 emisyonları, sera gazları, hava kirliliği – kirletici konsantrasyonları…
8.     Arazi kullanımı Erozyon, çölleşme, ekilebilir tarım arazileri, gübre ve pşestisit kullanımı verileri, organik tarım yapılan arazilerin oranı, orman arazileri…
9.     Okyanuslar, Denizler ve Kıyı Bölgeler Kıyı bölgelerde yaşayan nüfus yoğunluğu, deniz suyu kalitesi, balıkçılık (biyolojik ortamlarında balık stoklarının durumları), trofik durum indeksi, resifler ve deniz tabanı bitki örtüsü…
10.Tatlı sular Kullanılan su kaynaklarının oranı, atıksu arıtma durumu ve verimleri, sanayide su kullanımı yoğunluğu, yüzeysel sularda BOI…
11.Biyoçeşitlilik Koruma alanları, hassas alanlar, endemik türlerin varlığı, türlerde soy tükenme ve/ve ya (aşırı) çoğalma..
12.Ekonomik Gelişme Kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla (GMSH), GNI katsayısı, Enflasyon oranı, İşsizlik oranı, Yoksulluk oranı, Kadın istihdamı…
13.Küresel ekonomik Ortaklıklar İthal edilen ürünlerin yurt içi dağılımı, doğrudan yabancı yatırımcılar…
14.Üretim ve Tüketim Modelleri Yerli malı üretimi, üretimde enerji tüketimleri, yenilenebilir enerji kullanımının toplam enerji tüketimindeki payı, atık oluşumu ve yönetimleri…

 

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK VE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME

STRATEJİK YAKLAŞIM

Sürdürülebilirliğin çevresel boyutunu değerlendirirken kullanılan bir ölçüm aracı olan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), Amerika Birleşik Devletleri’nde sürdürülebilir kalkınma ve çevre politikalarının belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilen uluslararası toplantılarda, özellikle kalkınma yatırımlarının fayda – maliyet analizi sürecinin bir parçası olarak doğmuştur. 1969 da Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ nin Ulusal Çevre Politikası Kanunu (National Environmental Policy Act – NEPA) içerisinde yer alarak ilk kez yasal uygulama olarak kayıt altına alınan ÇED, sanayi yatırımlarında yer seçiminden kullanılacak teknoloji seçimine kadar akla gelebilecek tüm karar verme süreçlerinde, faaliyetin neden olabileceği öngörülen çevre sorunlarının ayrıntılı irdelenmesi işleminin gerçekleştirilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Hızlı sanayileşme ile birlikte tüm dünyanın gündeminde artan öneme sahip olan çevre kirliliğinin önlenmesi amacı ile yasal düzenlemeler hızla yaygınlaşmıştır. Ülkemizde Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği ile uygulanmaya başlanan ÇED, yasal zeminine 1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Kanunu ile girmiştir. Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler ile çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin “Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu” hazırlaması gerektiğini bildiren Çevre Kanunu’ nu takiben, yasadan ancak 10 yıl sonra, 07 Şubat 1993 tarihinde ilk Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği yayımlanmış, 25 Kasım 2014 tarihine kadar da 5 kez yenilenmiştir. Mevzuata, 8 Nisan 2017 tarihinde Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) Yönetmeliği de eklenmiş, böylece politika, plan program kararlarının, bölgesel ve ulusal ölçekli yatırımların da çevre ve sağlık üzerindeki olası etkilerinin derinlemesine irdelendiği, geniş kapsamlı ve çok paydaşlı, literatürler arası çalışmaları kapsayan bir süreç de uygulamaya hazırlanmıştır. ÇED süreci, ABD mevzuatında yaşam bulan bir uygulama olup, SÇD Avrupa Birliği (AB)’ nin geliştirdiği, çok daha yeni bir kavramdır. Sürdürülebilirlik, her iki araç kullanılarak, bu araçlarla elde edilen bulgular etkin bir biçimde değerlendirilerek ve uygulanarak sağlanabilir.

İlgili Yönetmelik, SÇD’ yi “bu Yönetmeliğin kapsamında yer alan sektörler için kamu kurum/kuruluşlarınca hazırlanacak onaya/kabule tabi plan/programların planlama/programlama sürecinin başlangıcından itibaren, çevresel değerlerin plan/programa onayından/kabulünden önce entegre edilmesini sağlamak, plan/programın olası olumsuz çevresel etkilerini en aza indirmek, olumlu etkilerini de en üst düzeye çıkarmak ve karar vericilere yardımcı olmak üzere katılımcı bir yaklaşımla sürdürülen ve yazılı bir raporu da içeren çevresel değerlendirme çalışmaları” olarak tanımlamaktadır. SÇD, ÇED den farklı olarak, kalkınma faaliyetinin çevresel etkileri yanında, sağlık etkilerinin de ayrıntılı bir biçimde ele alınmasını sağlaması olmuştur. İkinci bir boyut olarak, ÇED e göre, plan, politika ve programlar gibi kamu kurum ve kuruluşlarının eylemlerini konu edinmesi nedeni ile, yaklaşımının özelden çok kamusal nitelik taşımasıdır.

ÇED ve SÇD arasında, sürdürülebilirlik açısından bir amaç ortaklığı bulunmaktadır. Temel farklılık kapsam ve yöntemde ortaya çıkmaktadır. ÇED, SÇD’ ye göre proje bazında yatırımın belli bir bölgenin çevresel etkileri üzerinde odaklanırken, SÇD ağırlıklı olarak projenin o bölgenin çevresel gelişim olanakları üzerindeki etkisini de değerlendirmektedir.  SÇD, ardıl gelişmelere neden olabilecek, proje düzeyinde ÇED’ e yasal mevzuat gereği zorunluluğu olmayan projelerin de neden olabileceği bütünleşik etkilerin de değerlendirilmesini sağlar. Örneğin, bir bölgede havaalanı inşasının, proje bazında etkileri ÇED ile değerlendirilirken, bölgede bu yatırımla canlanabilecek otel, alışveriş merkezi gibi yeni projelerin çevreye; örneğin alıcı ortam olarak su havzalarına, taşımacılık faaliyetleri ile karayolu trafiğine etkileri göz önüne alınmayabilir. Ancak, etki değerlendirmede SÇD yöntemi ile bölgesel yatırımların tamamının çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri birlikte değerlendirilmektedir. Böylelikle, bölgedeki mevcut tüm doğal, kültürel ve ekonomik değerlerin gelecekteki sürdürülebilirliği değerlendirilmiş olurken, doğal özümleme kapasitesi, nüfus ve trafik yoğunluğu gibi olası kentleşme sorunları da aynı kapsamda çözüm odaklı bir yaklaşımla ele alınmış olur. Bu bağlamda, SÇD planlama ve karar verme mekanizmasının yeniden düzenlenmesi için bir araç olmaktan çok tamamlayıcı bir unsuru haline gelmektedir. SÇD, ÇED e göre makro ölçekte kaynak kullanımı, verimliliği, etkinliği ve sürdürülebilirliği konularını ele alması nedeni ile stratejik düzeyli bir değerlendirmedir.  Stratejik yaklaşım olarak SÇD, literatürler arası bir ekip çalışmasını gerektirir. Mevcut yasal düzenlemede, SÇD ekibinde hangi uzmanlıklar ve yetkinlikler olması gerektiğine dair net bir vurgu yoktur; bölge ve projenin hassasiyetine uygun ekipler oluşturulması gerekmektedir.

Glasson ve arkadaşları 1994 yılında kaleme aldıkları kitaplarında, ÇED ve SÇD arasındaki ilişkinin, her iki aracın amaç, kapsam ve yöntemine göre açıklanmasını, kademeli bir yaklaşım ile aşağıdaki gibi yapmışlardır. Buna göre, bir konu hakkındaki amaçlara uygun politika, o konu hakkındaki planlar, planlar da programlar için çerçeve oluşturmaktadır. Örneğin sağlık politikalarına uygun geliştirilen plan ve programlar, sağlık alanında geliştirilecek projelerin belirleyicisi konumundadır.

KENT YÖNETİMİ VE STRATEJİK YAKLAŞIM İLE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Sanayi Devrimi’nden bu yana hızlı gelişen sanayi hamleleri, göç, hızla artan nüfus, aşırı tüketim alışkanlıkları, doğal kaynaklardaki bozulmalar, küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu, kuraklık, hava kirliliği ve daha birçokları, insanoğlunun refahını artırmaya yönelik çabaların sonucu olup aynı zamanda insanoğlunun yeryüzündeki sağlıklı yaşam olanaklarını da daraltmaktadır. Sürdürülebilirlik, yerel, ulusal, uluslararası ve küresel düzeyde değişim ve dönüşümleri gerektirmektedir ve saydığımız tüm bu sorunlar, özel olarak kentlerin üzerinde yığılmış durumdadır.  Bu nedenle, ekolojik denge ve sürdürülebilirlik üzerinde önemli etkilere sahip olan kentlerin yönetimleri noktasında, sürdürülebilir kent politikalarının oluşturulması ve bu politikalara uygun plan ve programlar çerçevesinde, küresel sürdürülebilirlik gereksinimlerine uygun projelere odaklanmak yaşamsal önem taşımaktadır.

Kentsel sürdürülebilirlik, kentsel gereksinimlerin yerel ve küresel kaynakların sürdürülebilirliğine zarar vermeden giderilmesidir. Kentleşme, ekosistemi doğrudan ve dolaylı birçok yolla etkilemektedir: su, enerji kullanımı açısından doğal kaynakların azami kullanımı, aynı zamanda önemli miktarlarda atıksu, katı atık, ulaşım, ısınma gibi etkinlikler ile hava kirleticilerinin açığa çıkması ve yoğun karbon salınımı gibi nedenlerle kentleşme ve çevre kirliliği arasında sıkı bir bağ vardır. Bu nedenle kentsel sürdürülebilirlik, kentlerin tasarımı, oluşumu ve varlığını sürdürmesi bağlamında kullanılan sermaye ve ortaya çıkan kamusal değer ilişkisi ile de değerlendirilmelidir. Birney ve arkadaşlarının 2010 yılında yaptığı çalışmada, bu ilişki aşağıdaki tablo ile özetlenmiştir:

Tablo 2. Sürdürülebilirlik ekseninde Sermaye türleri ile kamu değeri ilişkisi *

SERMAYE TÜRÜ KAMU DEĞERİ
Çevresel Sermaye Yeterli kaynak sağlanması, sağlıklı bir çevre için yeşil alanlar oluşturulması, yerel olanakların güçlendirilmesi vb.
Sosyal Sermaye Sosyal tesislere erişimin artırılması, istihdamın artırılması, manevi değerler, güven, hoşgörü, karşılıklı saygı gibi ortak öğeler ile toplumsal uyumun sağlamlaştırılması vb.
İnsan Sermayesi Eğitim, yurttaşlık bilinci, yaşam boyu eğitim vb.
Üretilmiş Sermaye Sürdürülebilir yapılara yönelim, altyapı hizmetlerinin iyileştirilmesi, maddi diğer varlıklar vb.
Ekonomik Sermaye Finansman kaynaklarının etkili kullanımı, yeni kaynaklar yaratabilme vb.

* (Ana Kaynak: Birney , A. Et al.(2010), ‘‘Stepping up- A Framework for public Sector Leadership on Sustainability’’,Forum for the Future, February, 1-19.)

Kentsel Sürdürülebilirlik Bağlamında Yerel Yönetimlere Düşen Görevler

Kent yöneticilerinin sürdürülebilirlik ile ilişkileri, aslında kamu yararına hizmet sağlama, yatırım yapma, liderlik ve uygulayıcılık görevlerinden doğal olarak başlamaktadır. Bu nedenle kenti yönetenler, sürdürülebilir kentler yaratma ve yaşatma, bunun için gerekli dönüşümleri başlatma ve yönetme, kentte yaşayan insanlarla yakın ilişki içinde olma noktasında oldukça büyük fırsatlara sahiptir. Ulusal ve uluslararası düzeyde kamu – özel sektör – akademi – sivil toplum örgütleri arasında işbirliği, ulusal ve uluslararası finansmana erişimde kolaylıklar gibi gelişmeler ile büyük fırsatlar değerlendirilerek, o denli büyük olanaklara çevrilebilecektir. Bu ilişkiler ağında yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarının giderek artacağı açıktır.

On yıllardır, sürdürülebilirlik kavramını konu alan hemen her bilimsel çalışmanın ve organizasyonun temel çıktılarından bir başlık sürdürülebilir kentleşme ve yerel yönetimlere düşen görevler olmaktadır. Sürdürülebilir kentler ve yerel yönetimler için hedefler koyan en güncel çalışmalardan bir tanesi, Şehirler ve Yerel Yönetimler (United Cities and Local Governments – UCLG) birliğinin 2013 yılı Yerel ve Bölgesel Yönetimler Küresel Gündem Ortakları Raporu’dur. Bu raporda yer alan ve kentsel sürdürülebilirlik ile ilişkisi olan hedeflerden birkaç tanesini sıralayacak olursak;

  • Eşitsizliklerin azaltılması – yok edilmesi ve gecekondu sakinlerinin yaşamlarını iyileştirmek,
  • Yeşil kent ekonomisine yönelik iş fırsatları yaratmak ve yerel ekonomik kalkınmayı desteklemek,
  • Sürdürülebilir kentleşmeyi kalkınmanın temel unsuru haline getirmek,
  • İklim değişikliği etkilerini azaltma, risk önleme ve güvenli kentler oluşturmak,
  • Dayanışma ve eğitimde yerel yönetimler ile işbirliği.

 

Yerel Yönetimlere Öneriler

Sürdürülebilir kentleşme anlayışı, sosyal ve ekonomik gelişme ile çevresel kaynakların korunması ve iyileştirilmesi temel ilkesi çerçevesinde, kentleşmenin etkilediği ve etkilendiği tüm unsurları, kentte yaşayanlarla birlikte dengeli, faydalı, etkili ve katılımcı karar verme süreçlerini gerektirir.  Bu bağlamda yerel “sürdürülebilirlik” paydaşları, bölgedeki tüm kamu sektörü temsilcileri, özel sektör temsilcileri ve yatırımcılar, dernekler, vakıflar gibi bölgede etkin sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve akademisyenler, esnaflar, zanaatkarlar ve meslek odaları, üretim birliklerinin temsilcileri, korunması gereken (yaşlılar, çocuklar, engelliler gibi) nüfusun temsilcileri ve/ve ya bölgeye özgü bir durumu değerlendirebilecek diğer temsilciler olmaktadır. Sürdürülebilirlik çalışmalarına tüm paydaşların bilerek ve gönüllülük ile katılımı, yönetsel süreçleri şeffaflaştıracak ve uygulamalarda kolaylık sağlayacaktır.

Bilmek için, farkında olmak, öğrenmek gerekir. Kentleşme, çevre, sağlık ilişkisini ele alan Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği, sürdürülebilirlik açısından üst düzey bir rol üstlenmiştir. Yerel yönetimlerin sürdürülebilirlik okuryazarlığına katkı sağlayan Birlik, yerel yönetimlerin sürdürülebilirlik için nasıl bir strateji belirlemesi gerektiğine de ışık tutmalıdır.

KAYNAKLAR

  1. Yaş, H, (2018). Türkiye’ de Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Stratejik Çevresel Değerlendirme Uygulamasının Genel Bir Değerlendirmesi, Kent Akademisi, 11 (33), Issue 1, Erişim adresi: http://dergipark.gov.tr/kent/issue/36326/391059
  2. Goodman, R, (2002). Sustainability: Human, Social, Economic and Environmental. Encyclopedia of Global Environmental Change. Copyright: John Wiley & Sons, Ltd.
  3. Özmehmet, E. Dünyada ve Türkiye’ de Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımları. 2012.

Erişim adresi:

https://journal.yasar.edu.tr/wpcontent/uploads/2012/11/vol_3_no_12_Ecehan_OZ_Makale.pdf

Erişim tarihi: 24.02.2019

  1. Morelli, John (2011) “Environmental Sustainability: A Definition for Environmental Professionals,” Journal of Environmental Sustainability: Vol. 1: Iss. 1, Article 2.
  2. Şahin, Ş.,1999. Stratejik Çevresel Değerlendirme. Ziraat Dünyası Dergisi, ISSN: 1301-1081, 447 (Mart-Nisan), 28-32, Ankara.
  3. Glasson, J, R Therivel and A Chadwick (1994). Introduction to Environmental Impact
  4. Natural and Built Environment Series 1, UCL Press, London.
  5. Akçakaya, O. Kentsel Sürdürülebilirliğin Uygulanması ve Ölçülmesi Bağlamında Yerel Yönetimlerin Fonksiyonu.
  6. Çevresel ve Sosyal Sürdürebilirlik Performans Standartları. IFC, Worl Bank Group. 2012.
  7. Report of the World Commission on Environment and Development: Our Common Future. Transmitted to the General Assembly as an Annex to document A/42/427 – Development and International Co-operation: Environment.

Erişim adresi: http://www.un-documents.net/wced-ocf.htm

Erişim Tarihi: 05.02.2019

  1. Local and Regional Governments Partners fort The Global Agenda. UCLG, 2015.

Erişim Adresi:

https://www.uclg-cisdp.org/en/local-and-regional-governments-partners-global-agenda

Erişim Tarihi: 26.022019

 

Bu Haberi Paylaşın