Bizi Takip Edin

Makaleler

Sürdürülebilir Kalkınma İçin Küresel Hedef 15: Karada Yaşam

04.10.2019

Prof. Dr. Cengiz TÜRE

Eskişehir Teknik Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı

Sağlıklı Kentler Birliği Danışma Kurulu Üyesi

 

Milyonlarca canlı türünü barındıran dünyamızın %71’ini okyanus ve denizler, %29’unu ise karalar oluşturmaktadır. Ancak bu oran kuzey ve güney yarımkürede değişmektedir. Kuzey yarımkürede karalar %39, denizler %61 oranında yer tutarken güney yarımkürede, karalar %19’unu, denizler %81’ini kaplamaktadır (Şekil 1).

Görüldüğü üzere karaların kapladığı alan kuzey yarım kürede daha geniştir. Gezegenimizde, birbirinden boğazlar ve okyanuslarla ayrılan ve üzerinde insanların yaşadığı 7 kıta vardır. Bu kıtalar üzerinde yeryüzünü oluşturan dağlar, tepeler, ormanlar, vadiler, ovalar gibi yeryüzü şekilleri bulunur. Her biri farklı coğrafik ve ekolojik özelliklere sahip olan yer yüzü şekilleri, kendi koşullarına uyum sağlamış bitki, hayvan ve insan topluluklarının yaşamlarını destekleyen ekosistemlere sahiptirler.

Fakat coğrafik olarak denizleri ve karaları bir birlerinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Çünkü her iki coğrafik yapıda bir birini etkileyen ve etkilenen oldukça önemli ekolojik ilişkiler ağına sahiptir. Bu nedenle insanlık, geçmişten günümüze gelişen varlığını ve uygarlığını karalar üzerinde oluştururken okyanus ve denizleri de etkisi altına almıştır. Ancak konumuz gereği bu yazımızda karalar üzerindeki yaşam üzerine odaklanacağız.

Tüm dünyada insanlığın yaşamı ve varlığı ekosistemlere bağlı olarak gelişmiştir ve bu ilişkisinin arka planında onun doğaya bağımlı bir varlık olması yatmaktadır. Büyük oranda karasal ekosistemler üzerinde gerçekleşen bu zorunlu ilişki, daha çok insanlığın kendi ihtiyaçları etrafında şekillenmiş ve tek taraflı bir tutumla kendi konumunu merkezileştirme yolunu seçmiştir. Sanayi devrimiyle birlikte başlayan sürecin devamında, özellikle karasal kaynakların ölçüsüz kullanımı artmış ve endüstrileşmenin yoğun olduğu alanlarda doğal tahribat çok belirgin hale gelmiştir. Bütünüyle insanların yönetimi ve denetimi altında gelişen ekoloji bilincinden yoksun bu bakış açısı, hem kaynakların tükenmesine hem de küresel çevre sorunlarının ortaya çıkmasındaki en önemli etken olmuştur.

Neden Küresel Hedef 15?

Tüm bu nedenlerle Birleşmiş Milletler (BM) çözülmesi gereken küresel sorunlara yönelik “17 Küresel Hedef” ortaya koymuştur. İnsanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak, daha güzel bir dünya ve sürdürülebilir kalkınmaya yönelik çözümler üzerinde çalışmamız için bu küresel hedeflerden 15.’sini “Karada Yaşam (Life on the Land)” olarak belirlenmiştir (Şekil 2).

 

Sürdürülebilir Kalkınma Nedir?

Son dönemde yaşanan iklim değişikliği gibi ekolojik ve ekonomik problemler, dünyada sürdürülebilir kalkınma çerçevesi altında yeşil büyüme, yeşil ekonomi, düşük karbonlu ekonomi, sürdürülebilir üretim ve tüketim gibi kavramları ortaya çıkarmıştır.

Bu noktada hareketle ortay çıkan ve gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin, günümüz kuşaklarının ihtiyaçlarını da karşılayabilecek bir kalkınma modeli olan “sürdürülebilir kalkınma”, 20. yüzyıl sonlarına doğru dünya gündemine girmiş ve uluslararası antlaşmalarla küresel bir uygulama planı haline gelmiştir.

Sürdürülebilir kalkınma anlayışı, ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişme hedeflerinde ortak paydayı “sürdürülebilirlik” olarak belirlemektedir. Geleceği de sahiplenen bu ortak hedef, herkesin temel ihtiyaçları ile daha iyi bir hayata ilişkin beklentilerin karşılanmasına imkân vermeye yöneliktir.

Ekoloji ile sosyoekonomik gelişme arasındaki ilişkilerin iyi kurgulanmadığı bir kalkınma stratejisinin uygulanmaya devam etmesi, şu anki ihtiyaçları karşılayabilse de, insanların gelecekteki temel ihtiyaçlarının karşılanmasını tehlikeye sokabilecektir. Çünkü büyümenin hangi sınırdan sonra çevresel felaketlere yol açacağı kesin değildir ve ekolojik bozulma çoğu zaman geri döndürülemez niteliktedir. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal yapı ile çevre etkileşiminin bütüncül bir şekilde değerlendirilerek günümüzdeki ve gelecekteki nesillerin kalkınmanın getirdiği fırsatlardan hakkaniyetli bir şekilde yararlanmasının sağlanması, sürdürülebilir kalkınmanın temel felsefesini oluşturmaktadır.

Karada Yaşam Üzerinde İnsanlığın Etkisi Nedir?

İnsanlığın hayatını devam ettirebilmesi ve refah içinde yaşayabilmemiz ekosistemlerin bize sağladığı bir takım hizmetlere, yani ekosistemlerin barındırdığı tüm organizmalar ile birlikte toprak, su, hava ve besin gibi bileşenlere bağlıdır. Karşılıklı olarak bağımlı olduğumuz tüm bu bileşenlere ekosistem hizmetleri adı verilmektedir. İşte yakın zamana kadar bu ekosistem hizmetlerin her zaman hazır ve sınırsız olarak sunulan imkânlar olarak algıladığımız için artık dünyada ekolojik açık yaşanmaya başlamıştır. Bunun nedeni ise barındığımız ve yaşadığımız gezegenin sunduğu ekosistem hizmetlerinin taşıma (biyolojik) kapasitesinin üzerinde kullanılması, tahrip edilmesi ve kirletilmesidir. Başka bir deyişle; karasal ekosistemlerimiz kendilerini yenilene kapasitelerinin üzerinde tüketilmesidir.

Ortay çıkan bu durumun sürdürülemez olduğunun anlaşılması, tüm insanlığı sürdürülebilirlik adı verilen yeni bir anlayışa ve politikalara yönelmeye zorlamaktadır. Bu gün hemen her konuda sıklıkla kullanılan bu kavram gerçekte ekolojik bir temele sahiptir. Çünkü karasal ekosistemler; insan katkısı olmadan, en düşük miktarda madde ve enerji kullanarak ve kalıcı atıklar oluşturmadan en fazla üretimi sürdürülebilir bir şekilde yapabilmektedirler. Bu doğal sürdürülebilirliği kesintiye uğratan ise tamamıyla insan faaliyetleridir. O halde süreci tersine çevirmek için, doğanın milyonlarca yıllık süreç içerisinde geliştirdiği sürdürülebilirlik işlevine (kendini yenileme hızına) insanlığın kendisini adapte etmesi gerekmektedir. Yaşanan bu durumu yönetebilmenin yolu ise gezegenimiz üzerinde oluşturduğumuz etkinin, birey düzeyinden başlayarak kentler/ülkeler seviyesine kadar sayısal olarak ölçebilmekten ve izleyebilmekten geçmektedir.

Bu durumu ölçmek ve analiz etmek için geliştirilen Ekolojik Ayak İzi yöntemi ise ilk kez 90’lı yıllarda sürdürülebilirliğin analizi için bilim dünyasına sunulmuştur. Ekolojik Ayak İzi; insanların biyosferdeki (dünya ekosistemindeki) kaynak ihtiyacını ölçen bir hesaplama aracıdır. Temelde var olan teknolojiyi de kullanarak (barınma da dâhil) insanların yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli kaynağın üretilmesine ve yaşam faaliyetleri sonucu oluşan atıkların yok edilmesine imkân sağlayan biyolojik açıdan üretken kara ve su alanlarının küresel hektar cinsinden ölçülmesidir. Taşıma (Biyolojik) Kapasitesi ise; bir coğrafi bölgenin yenilenebilir doğal kaynakları üretme kapasitesinin temel göstergesidir. Bir yerin taşıma kapasitesini sınırları dâhilinde yer alan tarım arazileri, otlaklar, balıkçılık sahaları, ormanların yüzölçümü ve bu toprağın ya da suyun ne kadar üretken olduğunu belirler. Örneğin sınırları belirli olan bir karasal ekosistemde, insanların oluşturduğu ekolojik ayak izi, taşıma kapasitesinin ne oranda tüketildiğini ya da bozulduğunu göstermektedir ve hesaplanan iki değer bir birine eşit ya da taşıma kapasitesi değeri daha yüksekse, bu insan faaliyetlerinin sürdürülebilir olduğunu ifade etmektedir. Ekolojik ayak izi daha yüksek bir değere sahipse bu durum sürdürülebilir değildir.

Şimdi dünya geneli için ne durumda olduğumuza bu yönteme bağlı olarak yapılan hesaplama sonuçları üzerinden genel olarak bir göz atalım. Sonuç; karaların sunduğu ekolojik hizmetlerinden aynı düzeyde yararlanmaya/tüketmeye devam ettiğimiz sürece,  ek olarak ½’lik (yani dünyamızın yarısı büyüklüğünde) bir karasal dünya ekosistemine daha ihtiyaç duyduğumuz görülmektedir (Şekil 3). Ancak günümüz koşullarında bu hala olanaklı değildir.

Şekil 3. Küresel Ayak İz ve İhtiyaç Duyulan Gezegen Sayısı

Karada Yaşam Nasıl Sürdürülebilir Kılınabilir?

Küresel Hedef 15; bu gidişatın tersine çevrilmesi ve sürdürülebilir kalkınmaya dayanan bir karasal yaşam için tüm ülkelere, yerel yönetimlere ve topluma yönelik bir yol haritası sunmaktadır.

Ayrıca karasal ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımının korunması, geliştirilmesi ve desteklenmesi, ormanların sürdürülebilir yönetimi, çölleşme ile mücadele, karasal bozulmanın durdurulması, iyileştirilmesi ve biyolojik çeşitlilik kaybının engellenmesi için oluşturulacak eylem planı ve yapılması gereken temel faaliyetleri kısaca şu alt başlıklar altında ele alınmasını önermektedir:

  • Karasal ve Tatlı Su Ekosistemlerin Korunması ve Düzeltilmesi
  • Ormansızlaşmanın Durdurulması ve Bozulmuş Orman Alanlarının Eski Haline Getirilmesi
  • Çölleşmenin Durdurulması ve Bozulmuş Alanların Eski Haline Getirilmesi
  • Dağ Ekosistemlerinin Korunmasının Sağlanması
  • Biyolojik Çeşitliliğin ve Doğal Habitatların Korunması
  • Genetik Kaynaklara Erişim ve Yararların Adil Paylaşımının Teşvik Edilmesi
  • Korunan Türlerin Yasa Dışı Avlanmasının ve Kaçakçılığının Engellenmesi
  • Karasal ve Su Ekosistemlerinde İstilacı Yabancı Türlerin Önlenmesi
  • Ekosistem ve Biyolojik Çeşitliliğin Ulusal Planlama Sürecine Entegre Edilmesi
  • Ekosistemlerin/Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve Sürdürülebilirlik Kullanımı İçin Finansal Kaynakların Arttırılması
  • Sürdürülebilir Orman Yönetiminin Finanse Edilmesi ve Teşvik Edilmesi
  • Küresel Yasa Dışı Avlanma ve Kaçakçılıkla Mücadele Edilmesi

Sonuç

İnsan yaşamı gıda ve geçim kaynakları bakımından okyanus ve denizlere olduğundan daha çok karalara bağımlıdır. Bitkiler, insanların besin kaynaklarının %80’ini sağlar ve önemli bir ekonomik kaynak ya da kalkınma vasıtası olarak tarıma muhtaç durumdayız. Milyonlarca tür için hayati önemde alanları oluşturan ve yerküremizin yüzeyinin %30’nu kaplayan ormanlar, aynı zamanda önemli temiz hava/su kaynaklarını da barındırıyorlar. Yaklaşık 1,6 milyar insanın geçimini ormanlardan sağlıyor. Ayrıca hızla artan ormansızlaşmanın durdurulması ise iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması açısından kritik derecede önem taşıyor. Günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin etkileri, küresel ölçekte yılda 300 milyar ABD dolarına mal olmaktadır.

Diğer taraftan eşine benzerine rastlanmamış ölçekte toprak kirlenmesi, bozulması ve ekilebilir arazi kayıpları geçmişe göre %30-35 artmış durumdadır. Kuraklık ve çölleşme olayları da her yıl artarak, dünya genelinde 12 milyon hektarlık alan kaybına yol açıyor. Bu durumdan dünya yoksullarının yaklaşık yüzde 75ʼi doğrudan etkileniyor. Bilinen hayvan ırklarının neredeyse %8’inin soyu tükenmiş, %22’si ise soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Örneğin nesilleri tehdit altında olan ve polenlerin taşınmasını sağlayan böcek ve diğer canlıların dünya gıda ekonomisine yılda 200 milyar ABD doları katkı yaptığı tahmin ediliyor.

Ortaya konulan BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 15 ise dünya genelinde kısa vade de 2020 uzun vade de 2030 yılına kadar ormanlar, tarım alanları, meralar, sulak alanlar, kurak alanlar ve dağlar gibi karasal eko-sistemleri korumayı ve olabildiğince eski haline dönüştürmeyi hedefliyor.

Dünyada ve ülkemizde giderek artan kentleşme ve sanayileşme süreci giderek karasal yaşam alanlarının daralması ve ekolojik/çevresel bozulma üzerinde önemli bir etki oluşturmaktadır. İşte tüm bu nedenlerle yerel yönetimlerin ve belediyelerin de yerelde ekolojik ayak izinin küçülmesine ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasına yapacakları katkılar büyük önem taşımaktadır.

Bu Haberi Paylaşın